Vincent Van Gogh, 30 Mart 1853 tarihinde, Hollanda’nın güneyindeki Brabant bölgesinde, Groot-Zundert köyünde dünyaya geldi. Ailesinde bankacı, büyük tüccar, tablo satıcısı gibi zengin kişilerin bulunmasına rağmen babası bir köy papazıydı.
12 yaşında iken komşu kasabanın okuluna gönderilen Vincent, kafasının her şeyi gayet yavaş kavraması yüzünden eğitim ve öğrenim işini yüzüstü bıraktı. Babası onu 16 yaşındayken, önce La Haye’deki, sonra Brüksel’deki «Goupil» galerilerine resim satış memuru olarak yerleştirdi. 1873’te, Goupil Galerisi’nin Londra şubesine atandı. Burada kiracı olarak kaldığı evin kızı Ursula Loyer ile, 1875’te evlenmek istedi. Teklifinin reddedilmesi üzerine ilk ruhi bunalımını geçirdi. Londra’dan kaçtı, Goupil Galerisi’nin Paris şubesine geçti. Fakat burada da barınamadı. Müşterilerle, kurum yöneticileriyle anlaşmazlıklar çıkarıyordu. İşinden ayrılıp evine döndü.
Ne yapmak istediğini bilmiyordu, işsiz güçsüz avare avare dolaşıyor bu arada resim galeri ve müzelerini dolaşıyor, resimler yapıyordu. Çeşitli memleketleri dolaştı. Lisan öğretmenliği rahip yardımcılığı, kitap satıcılığı yaptı; ilahiyat dersleri aldı. Madenlerde papazlık yaptı, sefalet içinde yüzdü. Van Gogh’un Borinage madenlerindeki işçilere yardım için çırpınışı, katlandığı mahrumiyetler, karşılaştığı güçlükler kendisine hem deli, hem veli şöhretini kazandırdı. Köylüler ve maden işçileri ona çağdaş bir İsa gözüyle bakıyorlardı. Kendisi hasta, fakirdi ve sadakayla yaşıyordu. Kardeşi Theo buraya gelip ölmek üzere olan Van Gogh’u kurtardı, Brüksel’e götürdü. Ama, ruhi dengesi büsbütün bozulmuş, harap olmuştu. Korkunç gerçeklerle teması, Tanrı inancını kaybettirmişti.
Brüksel’de ressam Ridden van Rappart ile tanıştı; ondan dersler aldı, anatomi ve perspektif öğrendi. Theo, onun resim kabiliyetini sezmişti, paraca yardım ediyordu.
Etten Şehri’ne yerleşmiş olan ailesinin yanına dönünce Kate adındaki dul kuzenine aşık oldu. Kadın, Van Gogh’un evlenme teklifini reddetti. 1883’e kadar La Haye’de kaldı. Akrabası olan ünlü ressam Mauve’dan resim dersleri aldı. İlk yağlı boya resimlerini 1881-1883’te yaptı. Bir süre Christine adında bir fahişe ile yaşadı. Sonra ailesinin yanına döndü komşularından Margot Begemann adında bir kadınla sevişmeye başladı. Ailesi evlenmelerine razı olmayınca Margot intihara teşebbüs etti. Bu olay Van Gogh’un hayatını büsbütün altüst etti.
Babası 1885’te ölünce, kardeşi Theo’nun da etkisiyle 1886’da Paris’e gitti. Pariste yaşayan kardeşi Theo, onu evine aldı, barındırdı, baktı. Eline her türlü resim malzemesini verdi. Vincent Van Gogh, Ressam Cormon’un atölyesine yazıldı. Burada Toulouse – Lautrec ile empresyonist ressamlarla tanıştı. İçinde, bir türlü dile getiremediği coşkun bir insanlık sevgisi, sonsuz bir merhamet hissi vardı ki, bunları kelimelerin yardımı olmadan boyalarla anlatmak zorundaydı. Pissarro, Degas, Seurat, Signac ve Gauguin‘le Tamborin Barı’nda ve tablocu Baba Tanguy’nin dükkanında tanıştı. Bir ara «Noktacı-Pointillist» resim tekniğini benimsedi. Paris’te kaldığı bir yıl içinde 200’den fazla resim yapmıştı. 1888’de, Lautrec‘in aklına uyarak, güney Fransa’da, daima güneşli ve yazın çok sıcak olan Arles Kasabası’na gitti. Akdeniz’in laciverdi onu büyüledi. Gauguin, ona misafir geldi.
Van Gogh resmi o kadar seviyordu ki, boyayı tüpten doğruca tuval üzerine sıkıyor, parmağıyla eziyordu. Bazen hırsını alamıyor, boya yiyor; yemeklere renk versin diye boya katıyordu!
Yaz sıcaklarında, tarlalarda güneş altında çalışmak sinirlerini büsbütün harap etti. 1888’da bir gece (23 Aralık), küstah tavırlar takınan Gauguin‘in gırtlağını ustura ile kesmeye kalkıştı. Bereket, Gauguin güçlü kuvvetli bir ressamdı. Van Gogh hırsını alamayınca kızdı kendi kulağını kesti ve şehrin genelevinde tanıdığı bir kıza götürüp verdi.
Gauguin kaçmıştı. Theo Paris’ten geldi. Van Gogh’u iki hafta için hastaneye yatırdılar. Burada hayaller görmeye başladı. Arles’de hayatının en güzel 200 tablosunu yapmıştı. Kendi isteği üzerine Arles yakınlarındaki Saint-Remy akıl hastanesine girdi. Bir süre sonra başka bir akıl hastanesine yatırıldı.
1890’da, «Mercure de France» Dergisinde, hakkında yazılan ilk yazı yayınlandı. «Kırmızı Üzüm Bağı» adlı tablosu da, hayatta iken satılan ilk ve son tablosu oldu. Van Gogh hastaneden çıkıp Paris’e, Theo’nun evine gitti. 1890 yılının 27 Temmuz günü, Auvers’te, tarlalarda resim yaparken, daha önce tedarik ettiği tabancasını çekti, göğsü ile karnı arasına ateş etti. Kardeşi Theo yetişti. İki gün daha yaşadı ve 29 Temmuz 1890’da öldü. Bir yıl sonra, kardeşi Theo da öldü. Auvers’te yanyana gömüldüler.
Van Gogh, ölümünden 10 yıl sonra ortaya çıkacak «Fauve» ressamlarına hareket noktası olmuş «ekspresyonistler»i etkilemiş; kendinden önceki dönemlerin, çok sağlam sanılan geleneklerini bir hamlede yıkmıştır. Renkçilikte ve «itibari» boya kullanmakta, hürriyeti sonsuza kadar götürmüştü. Resimde «konu»nun önemi olmadığını, herhangi bir konunun sanat gücünü ifadeye neden olabileceğini ispat etti. «Çizgi halindeki tuşlar» ile çalışması da resim sanatına getirdiği yeniliklerdendir. Sanat gücü, denge hissinde ve ifadesindesiydi. Ölümünden sonra, Paris’te «Bağımsız Sanatçılar» sergisinde eserleri teşhir edildi ve bir anda meşhur oldu. 37 yıllık ömrünün son 3-4 yılında yaptığı tablolar ile resim dünyasının ölmezleri arasına girdi.
Yorumlar