Just Fontaine (1950 - 1962)

Just Fontaine’in adını her dört yılda bir bu mevsimde duyuyoruz. Birkaç ay erken davrandık, ağır bir diz sakatlığı nedeniyle futbola 29 yaşında veda etmek zorunda kalan Fas asıllı Fransız forvete saygı duruşunda bulunmak için bu listeyi seçtik. Stade Reims’le çıktığı 131 maçta 122 gol atan Fontaine, milli takımda ise 21 maça 30 gol sığdırmayı başarmıştı. 1954’te Fransa finallere bilet alamadığı için şampiyonaya gidemedi, 1962 o hazin sakatlığı yaşadığı seneydi ama hala Fransız milli takımının en esaslı efsanelerinden biri olmasını bu mevsimlere borçlu!


Brian Clough (1955-1964)

Onu ünlü teknik direktörler bölümünde anmış, bugün azılı futbol takipçileri tarafından unutulmayan kavgalarına yer vermiştik. Etkileyici bir teknik adam olmadan önce Brian Clough gelecek vaat eden bir futbolcuydu. 1960’lı yılların başında Middlesbrough ile başlayan kariyerini çok tartışılan bir transfer sonucu rakip tarafa taşımış, Sunderland forması giymeye başlamıştı. Kısa boyuna rağmen hızı ve bitiriciliği sayesinde gittiği her yerde golleri sıralayan Clough 29 yaşındayken yaşadığı diz sakatlığı ile futbolculuk kariyerine veda etmek zorunda kalmıştı. İki senelik geri dönüş mücadelesinden sonra pes etmiş, onu efsaneleştiren antrenörlük kariyerine 31 yaşında başlamıştı. Bazen büyük bir şanssızlık size bambaşka bir kapı açabiliyor. Clough’ın başına da bu geldi.


Marco van Basten (1981 - 1995)

1988 Avrupa Futbol Şampiyonası hepimizin aklına tek bir kareyle kazındı. Lafı her geçtiğinde yanına ‘fizik kuralları’ tabirini de çağıran o golü attığında Marco van Basten henüz 24 yaşındaydı. Ve sakatlık sorunlarının futbolu üzerinde tesir göstermeye başladığı ilk gün, bundan da önceydi. Ajax ve Milan formalarıyla en üst düzeyde kayda geçen 277 golün, sakatlıkların olmadığı kusursuz bir dünyada kaç gole tekabül ettiğini bir düşünelim. (Listenin devamında bir Brezilyalı bu hesabı yeniden gündeme getirecek.) 23 yaşında geçirdiği beyin kanaması sonrası kariyeri çok erken son bulan takım arkadaşı Rob de Wit’i düşünecek olursak, yine de şanslı olduğunu söylemeliyiz.


                                               Fernando Redondo (1985-2004)

Arjantinli yıldız, Şampiyonlar Ligi nostaljisi yapmayı sevenlerin favori oyuncusudur. Real Madrid orta sahasının 1990’larda anahtar ismi olan Redondo, saç stili, tekniği ve oyunuyla da kendine has bir hayran kitlesi yaratmıştı. Sakatlıklar onun da yolunu erkenden kesti. Ayrılmak istemediği Madrid’den Milan’a transfer olmuş, peşinden yaşadığı diz sakatlıklarıyla İtalyan devine hiçbir katkı verememişti. 2003’te kısa süreli bir geri dönüş gerçekleştirmiş, sonunda pes ederek bir sene sonra kariyerine nokta koymuştu. Arjantinli oyuncu, ona “Prens” lâkabını takan Real Madrid taraftarları tarafından bugün hâlâ hatırlanıyor, Milan cephesi ise sakatlıklarından dolayı ona “keşke” ile başlayan cümlelerle bakıyor.


Ronaldo (1993-2011)

Futbol tarihinin en büyük fenomenlerinden biri. Gittiği her kulüpte tapılan, oynadığı takımları tutmayan taraftarlar tarafından da hayranlıkla izlenen bir zamanların en büyük futbolcusu. Son 25 yıla damga vuran yıldızlardan biri olan Ronaldo’nun kariyeri attığı muhteşem goller, kazandığı olağanüstü zaferler ve yaşadığı şanssız sakatlıklarla akıllarda yer etti. Gittiği her kulüpte golleri sıraladı, sık sık peşine düşen sakatlıklar ise onu aylarca yeşil sahaların dışında tuttu. PSV yıllarında onu bulan diz problemleri, Inter’de yaşadığı daha şanssız sakatlıklarla sürdü, Ronaldo bir daha asla eskisi kadar çevik ve sağlıklı olamadı. Bunların peşinden gelen kilo problemleri ise kariyerinin sonunu getirdi.


                                                            İlhan Mansız (1994 - 2006)

Geri dönüp İlhan Mansız’ın kariyerine baktığınızda ve ondan söz ettiğinizde, bir doğa olayını anlatıyormuş hissine kapıldığınız oldu mu? İlhan ve futbolu, sadece iki buçuk yıl boyunca sahnedeydi. Samsunspor’daki son sezonunda herkes klasının farkına varmıştı, evet. Ancak bu daha çok “Türkiye Ligi kaliteli bir forvet kazanıyor” düzeyinde bir etkiydi. Zira Beşiktaş’a transferi gerçekleştiğinde 26 yaşındaki oyuncunun gelişime ne kadar açık olduğu tartışma konusuydu. Sonra Bursaspor maçı geldi, ilk kez milli formayı ıslattı, Senegal maçında deniz aşırı bir üne kavuştu, Gençlerbirliği maçında siyah-beyazlı taraftara kendini yeniden hatırlattı. Bir doğa olayı gibiydi, pencere iki buçuk yıl boyunca açık kaldı ve o sırada başka bir yere bakmayı seçenler şansını heba etti. Neyse ki İlhan o iki buçuk yılın her anında bakışları üzerine çekecek bir şey yapıyordu.