Devamlı ve sürekli arkadaş çevremde Beşiktaş'ın sorunlarını konuşuyoruz. Beşiktaş kazanıyor konuşuyoruz, kaybediyor daha çok konuşuyoruz. Avrupa'da gruptan tam elenecekken telefonlar susmuyor, ikinci devrede 3 tane atıp muhteşem dönüş ile maçı çevirince über konuşuyoruz. Oyuncu satılıyor çıldırıp konuşuyoruz. Alınıyor beğenmeyip konuşuyoruz.

Tosic "kazma", Gomez "bitik", Marcelo "bu kim yeaaa", Ljajic "çömez", Babel "abi o eliyle 8 yaptı amaaaa..." Quaresma daha gelmeden "defolsun gitsinlerle" konuşuyoruz. Beşiktaş'ın çocuğu olarak gidiyorlar, genede susamıyoruz. Talisca'ya 10 gün kızıyor sonra "özledik reis" diyerek come to Beşiktaş'larla aman Allah diyerek konuşuyoruz...

Acaba sorun bizde mi yoksa Beşiktaş'ta mı diye sormadan edemiyoruz diyeceğim ama sormuyoruz. Belki de Beşiktaş'ı sorunları varmışcasına sorun yokken de konuşmayı çok seviyoruz... Hani aşık olursunuz da eşe dosta hep onu anlatırsınız ya işte o türden. Sonuç olarak biz Beşiktaş'a deli gibi aşığız bunu biliyoruz.

Böylesine bir girişten sonra işin felsefesine inip kimsenin yaşam enerjisini çekmeyeceğim. Sadece kafama takılanları bu platformda paylaşmak ve Beşiktaş'ı ya da diğer takımları destekleyenlerin de fikirlerini almak en büyük arzum.

Geçenlerde Almanya'da yaşayan ve Beşiktaş taraftarı adına instagramda en büyük kitleye sahip olan bir arkadaşımla çok alakasız bir konuda konuşmaya başladık. Aslında alakalı ama Beşiktaş'ın içerisinde bildiğimiz genel konularla alakalı değildi konuşma..

Kendisi bana "abi arkadaşlar Vodafone Park'a gidecek Galatasaray maçı için kamera ve benzeri şeyleri sokmak yasak mı değil mi" diye sormuştu. Biraz sohbetin ardından konu döndü dolaştı kulüp fotoğrafçımızın çok kötü kareler yakaladığına, bu karelerinde hiçbir taraftarı tatmin etmediğine kadar geldi. Haklı olarak taraftarın elindeki düşük bütçeli telefonlarla bile daha güzel kareleri yakalayabildiğini ve sosyal medyada bunları paylaştığını, kulüp fotoğrafçısının daha özenli ve etkili kareler çekmesinin gerekliliğini konuştuk. Aslında çok daha düşük maaşlara genç yaşlarda sadece Beşiktaş değil her kulübün taraftarları içerisinden kendi bünyesinde çalışacak yetenekli isimlere yer vermesi gerektiğinden de bahsettik.

Bence çok haklı ancak Türkiye'de ki kulüp bünyelerinde çalışanlarla ilgili çok ince bir durum var. Bilindiği gibi kulüplerimizin neredeyse hepsi borç batağında... Hepsi kurlar ve yapılan yanlış transfer kontratları yüzünden zor durumda...

Bu konunun içerisinde ise şöyle bir gerçek yatıyor. Geçenlerde Vodafone Park'ta ki kulübümüze ziyarette bulundum. Taraftar ilişkileri ile ilgilenen bir dostumun yanına... Kendisi bana : "Bakma sen böyle gözüktüğüne, en fanatik Beşiktaşlı bile para almadan kulübüm için şunu yaparım dese de yalan olur. 3 ay maaşı geciksin, evine ekmek götüremesin bak neler oluyor o zaman dedi."

Buradan da tabi profesyonel kontrat imzalayan futbolcular da dahil, kulüp personeli, çalışan, teknik ekip ya da temizlik elemanı her kim olursa hakettiği parasını almak için bunca yıllık sevdalısı olduğu kulüpten vazgeçebilir, sinirlenebilir hatta tepki verebilir'e getirdik konuyu...

Sonuç olarak ne kadar ekmek o kadar köfte sonucundan yola çıkılırsa taraftarın belkide son dönemde Beşiktaş'a yakışmayacak hareketler içerisine giren futbolculara çok ta kızmaması gerektiği kanaat getirdik. Yönetimlerin verdikleri kararlar neticesinde taraftar - basın - futbolcu üçlemesi genelde futbolcuyu basın yolu ile taraftarın gözünde ötekileştirici bir hal aldığı ancak Beşiktaş'ın belki de bundan en az etkilenen kulüp olduğu da görülmekte.

Gomez, Sosa, Aboubakar, Talisca, Marcelo, Tosic, Fabri gibi isimlerin yerinin doldurulamaması da tamamen şimdiki yönetim şeklinden kaynaklanmaktadır bu net. Pepe'nin bilinmeyen sakatlığı, Tolgay gibi klas bir adamın tavuk pilav konusu ile Şenol Güneş'in karşısında olması. Babel'in 4 yıl sonra ilk defa taraftarla atışması ve daha bilmediklerimiz neler neler... Bunlar çok normal şeyler değil. İyi üzerinde düşünülmesi gereken şeyler...

Aslında arada bir parantez açmak gerekirse Başakşehir maçında yaşanan Tolgay Arslan krizinde yıllardır performans olarak düşen futbolcuları yukarı çeken Şenol Güneş gibi bir ustanın Oğuzhan konusunda bir şey yapamamasının verdiği hırs ile Tolgay'a zarar verdiğini düşünüyoruz. Yoksa artık dikişi tutmayacağı anlaşılan bir Oğuzhan'ın her maç yuhalanması göze alınarak 11'e yazılıp, Tolgay gibi Şampiyonlar Ligi'nin her maçında 60. dakikadan sonra paslı ve baskılı oyununun Atiba ile baş mimarı olduğunu unutmamız mümkün değildir.

Dolayısı ile Beşiktaş taraftarı, günlerdir hatta aylardır belkide 2 yıldır doğru düzgün top oynamayan Oğuzhan'a verilen tepkinin dozajını iyi ayarlamış, adalet dağıtmış ve yönetime de vermesi gereken uyarıyı (Bu takım senin eserin!) vermiştir.

Sizlerinde bu konularla ilgili görüşlerini alabilirsek ne mutlu bize...