Türk futbolu inişli çıkışlı serüvenine devam ediyor. Futbol sağlam temeller üzerine konulmayınca, haliyle zaman zaman çalkantılar oluyor. Genelde futbolumuzun durumu kulüpler bazında da böyle. Hiçbir takımımız yok ki! maddi olarak sıkıntı içerisinde bulunmasın.
Türk futbolunda lokomotif görevi üstlenen üç kulübümüz var. Bunlar aynı zamanda üç büyükler olarak da bilinirler. Bu üç kulübümüzün ortak özellikleri; bir asrı aşkındır Türk sporuna ve futboluna hizmet etmeleri, futbol haricinde diğer spor dallarında da faaliyetlerinin bulunması ve bu kulüplerimiz İstanbul'da faaliyetlerine başlayıp bu kentimizde hala faaliyetlerini devam ettirmeleridir. Diğer bir özellikleri olarak, Türk sporunda söz sahibi olduklarını da ekleyebiliriz.
Türk futbolu dendi mi? ülkemizde ve dünyada ilk akla gelen bu futbol kulüplerimiz, Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe'dir. Beşiktaş 1903 yılında, Galatasaray 1905 yılında, Fenerbahçe 1907 yılında kurulmuş olup, günümüze kadar aralıksız faaliyetlerini sürdürerek gelmeyi başarmışlardır. Türk futbol liginin en üst kademesinde kalmayı da başaran bu kulüplerimiz, Ligde şampiyonluk kupalarının da %90'ına yakınını alan futbol kulüpleri olmuşlardır. Bu üç kulüpten Galatasaray 21 kez, Fenerbahçe 19 kez, Beşiktaş 15 kez şampiyonluk kazanmıştır. Bu kulüplerimizin arasından sıyrılıp bu güne kadar başka şampiyonluk kazanan takımlar; Trabzonspor 6 kez ve Bursaspor 1 kez şampiyonluk kazanan takım olmuşlar.
Burada dikkatimizi çeken en büyük etkenin İstanbul takımı olan bu üç büyük takımın lig şampiyonluklarına ambargo koymuşcasına, başka kent takımları sadece 7 kez şampiyonluk kazanabilmiş. Bu 7 şampiyonluğu da 2 kentimiz paylaşmış. Bu iki kentimiz içerisinde Bursaspor 1 kez şampiyonluk kazanmış, Trabzon 6 kez şampiyonluk kazanarak, İstanbul dışında en fazla kupa kazanan kentimiz olmuş. Trabzon ve Bursa haricinde diğer kentlerimiz lig şampiyonluğunu ne yazık ki kazanamamış.
Günümüzde futbol artık bir iş kolu olarak karşımızda duruyor. Bu alanda çalışanlar azımsanamayacak miktarda iyi para kazanıyorlar. İyi bir futbolcunun, milyon dolarları bulan kazancı gıpta edilir duruma geldi. Hatta çeyrek milyar dolar kazanan futbolcular da türemeye başladı. Türk futbolunun İstanbul'da öne çıkmasının sebebi de parasal konu olabilir. Burada İstanbul'un Türkiye'ye ekonomik katkısının oldukça fazla olması belkide en büyük etken olarak karşımıza çıkıyor. Mega kent İstanbul belki de ekonomik olarak Türkiye'nin ağırlığını en fazla çeken kent olarak paranın en fazla kazanılıp harcandığı şehir olması da futbolun da cazibe merkezi İstanbul'un olmasında büyük rolü vardır.
Bu üç büyük kulübümüzün futbol için harcadığı para belkide geride kalan diğer kulüplerin harcadığı paraya eş değer olabilir. Elimde bir veri olmadığı için ihtimalden öteye rakam veremiyorum.
Bu kulüplerimiz şampiyonlukları tekellerine almak için hesapsız kitapsız yaptıkları harcamalar neticesinde borç batağı içerisinde debelenip durmaktalar. Hatta UEFA Fair-Play çerçevesinde transfer yasağı getirildi. Bu yasakla birlikte bu kulüplerimiz istediği futbolcuyu alamamaktadır. Bunun iyi tarafı haddinden fazla borç batağında olan bu kulüplerimiz, transfer yasağı ile birlikte, kulübe ağır yük getiren oyuncu transferi yapamamaktalar, bu sayede borçları azda olsa azalma eğilimi göstermektedir.
Bu üç kulüp borç batağından kurtulmaya çalışırken aslında, diğer futbol kulüplerimizde, futbolda söz sahibi olma çabası sonucu bu üç büyüklerle girdikleri mücadelede borç batağına girmiş durumdalar. Hatta kapısına kilit vuran kulüplerimiz bile oldu. Bu borç batağı sadece üst ligimizle sınırlı olmadığı gibi, tüm alt liglerde de borç sarmalının mevcut olduğu bilinmekte. Bu kulüplerimiz hangi maddi kaynaklarına güvenerek bu borç batağına girme cesaretini gösterebildiler. Futbolcu yetiştirip transferinden kazanacaklar desek ülkemizde böyle gelişmiş bir alt yapı mevcut değil. Var olan alt yapılardan da sınırlı sayıda futbolcu yetişiyor. Reklamdı, forma satışıydı, yayın hakkıydı derken çokta kazanç kaynağı olmayan bu kulüplerimiz bu kadar borç batağına girmesi, devlet yapımızın da sorgulanması gerektiği fikrini bana veriyor. Bu kulüplerimizin parasını ölçüsüz harcama yetkisini alan bu yönetimler kulüpleri borçlandırıp, sonrasında yönetimi bırakarak, kulübe bıraktıkları ağır borç bir sonraki yönetimin borcuyla birleşerek katlanıyor. Katlanan borçlar ödenemez hal alınca da, ortada sorumlu bulmak imkansız hal alıyor. Borcunu ödeyemeyen kulüpler ya kulübün kapısına kilit vuruyor yada devletin kapısını çalarak kurtarılmayı bekliyor.
Türkiye'de en fazla gelir elde eden yine üç büyük kulübümüz, pastadan en fazla payı alıyor. Bu üç kulüple yarışa giren diğer kulüplerimiz daha az maddi imkana sahip oldukları için bu üç büyük kulüple boy ölçüşemediği gibi, boy ölçüşmek için yaptığı hamlelerde, ağır borç olarak karşısına çıkıyor.
Burada kulüpler aslında aralarında ki yarışı kazanmak için; borçlanarak futbolcu alıp, yarışa girme yerine, futbol takımında oynatacağı oyuncusunu alt yapısında yetiştirerek bir yarış içerisine girerse, burada kazanan o kadar çok kesim olacak ki! kulüplerimizde borçtan kurtulacaklar. Kazananlar kimler mi? olacak; başta kulüpler parayla aldıkları futbolcuyu kendileri yetiştirdikleri için paraları kasalarında kalacak, yetiştirmek için çok fazla kasalarından para çıkmamış olacak. Bu yetiştirdikleri kaliteli futbolcuların transferinden de kulübün kasasına hatırı sayılır bir para gelecek, buda borçlanan değil kazanan kulüp kimliğine büründürecek. Ülke futbolu kazanacak, iyi yetişen futbolcular çoğaldıkça liglerde çekişme artacak, bu çekişme uluslararası arenalarda başarı getirecek buda ülkemizin kazancı olarak ortaya çıkacak.
Türk insanından iyi futbolcu çıkacağının ispatı aslında gözlerimizin önünde duruyor. Nasıl mı? Avrupa'da yaşayan 3-5 milyon gurbetçi vatandaşlarımız arasında çıkan kaliteli futbolcu sayısı ile 80 milyon yaşayan ülkemizde ki çıkan kaliteli futbolcu sayısını kıyaslarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Bu gün milli takıma çağrılan birçok oyuncumuz Avrupa'da futbola başlayan oyuncularımız. Demem o ki, ülkemizde futbol (Hatta tüm spor dalları için geçerli) eğitimi iyi verilmiyor ve insanlarımız bu konuda disiplin edilemiyor. Aynı oyuncuları Avrupa'da futbol eğitimi aldırmaya kalksak daha başarılı oyuncuların ortaya çıkacağına inanıyorum. Aslında kendimizin gücüne inanıp işe bir an önce gerektiği gibi önem versek, başarının kendiliğinden geleceğini düşünenlerdenim.
Bu sene Mart ayına girdik Avrupa kupalarında oynayacak 1 takımımız kalmadı. Oysa kulüplerimizin başarılı olmuş olsalardı şuan 2-3 takımla Avrupa kupalarında devam ediyor olmalıydık. Hiçbir şey için geç değil, sadece ne yapacağımızı bilerek kolları sıvayıp işe bir an önce koyulmalı, sabırla başarının gelmesi beklenilmelidir. Sabırsızlık, başarıyı baltalayan en büyük etkendir. Sabır, eğitim ve disiplin başarının anahtarıdır.
Yorumlar