Benim hikayeleştireceğim maç yüz yıldan biraz daha eski bir maç.Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamış Osmanlı Devleti can çekişiyor. 1. Dünya Savaşının, dünya ülkelerini kasıp kavurduğu bir döneme ait. Şuan ülkemizde yüzyıldır futbol oynayan bu iki takımımızdan Galatasaray 1905 ve Fenerbahçe 1907 yıllarında kurulur. Bu yüzyıllık kulüplerimiz hala ligimiz de ve hala bir rekabet içindeler ve biz onları hala hayranlıkla izleriz ve hala iki takımın oynayacağı maçları büyük bir heyecanla bekleriz. Kuruldukları dönemde ülke ekonomisi hiç iç açı değildi, üstüne üslük savaşında tam ortasında. Paralarının olduğunu ve kendilerine malzeme alacak bütçe ayırabileceklerini hiç zannetmiyorum. Böyle yokluk içerisinde umutların bile kara bulutlardan ibaret olduğu bir dönemden bahsediyorum. Bu dönemde dünyada bir çok devletler yıkılmış, yerine irili ufaklı daha fazla devlet kurulmuş. Sanayi desen henüz dünyada yeni yeni yeşeriyor. Her alanda bizzat insan gücünün ön plana çıktığı bir dönemden bahsediyoruz. Ulaşım için sınırlı sayıda araçların mevcut olduğunu da unutmayalım. Benim hikayem tam da bu döneme ait bir futbol maçına ait. Bu maç Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanır.
Bu iki Futbol kulübü de İstanbul' dadır. Galatasaray takımı, ismini İstanbul' da bulunan Galatasaray semtinin isminden, Fenerbahçe takımı da yine İstanbul'da adıyla anılan Fenerbahçe semtinden alır. Güzel İstanbul kentimizi; Kara denizi, Ege Denizine bağlayan, kanal görevi yapan Marmara Denizi ayırır, bu deniz İstanbul' da boğaz olarak anılır. Yani bu yüzyıllık iki kulübümüzün bulunduğu semtleri boğaz ikiye ayırmaktadır. Günümüzde İstanbul' un iki yakasında bulunan semtlerin ulaşımını deniz ulaşımı haricinde modern çağımızın 3 asma köprüsü ve suya batırılmış 1 adet tüp geçitle sağlanmaktadır. Ayrıca günümüzde modern hava araçlarını sayma gereği bile duymuyorum. Benim hikayemin geçtiği dönemde bu saydığım ulaşım gereçlerinden sadece deniz yoluyla vapur ve sandal gibi deniz yolu ulaşımlarını kullanabilirdin.(O yıllarda İstanbul'da ulaşım araçları)
O zamanın imkansızlıkları şuan bizde çok elem ve keder yaratmış olsa da zamanın insanlarının bizim kadar da kendilerine acıdıklarını zannetmiyorum. Onlar o dönemde dünyada kullanılan ulaşım araçlarının hepsine sahip olmasalar da, belli bir kısmına sahiplerdi. Denizde, ulaşım ağırlıkla sandalla yapılırken karada, at arabalarıyla yapılırdı. Motorlu araçlar mevcuttu ama yaygın olarak kullanılmamaktaydı. Halk, savaştan dolayı sefil ve perişan durumdaydı, bu sebepten motorlu araçlara sahip olmak için imkanları da yoktu. Savaşın varlığı bile bunlara sahip olmaya engel bir durumdu. Belki insanlar o zamanın önden kolla çevrilerek çalışan ince dolgu tekerlekli otomobillerine sahip olmak için hayaller kuruyor olabilir. Ancak bu otomobilleri almaya sayılı sayıda insanın maddi gücü yeterdi.
Bizim hikayede yer alan takımlarımızın oynayacağı maç, Fenerbahçe'nin ev sahipliğinde gerçekleşir. Sanmayın ki, kalabalık insanların sığacağı oturma yerlerinin bulunduğu tribünlü bir stat. Bugün gitsen, eskiden kalma hiç bir şey bulamazsın, ama aynı adla anılan "Papazın Çayırı" yer olarak hala anılır hala bilinir. Hatta yer tariflerinde bile kullanılır. Fenerbahçe kulübünün kuruluşundan günümüze kadar futbol mabet yeri olarak bilinir. Fanerbahçe stadı da bu mevkidedir. İşte bu papazın çayırına verilen randevu 12 Şubat 1911 yılı, kar kış kıyamet, deniz yolu ulaşım imkanlarını zorladığı bir gün, Galatasaray takımı oyuncuları Avrupa yakasındalar, günümüz şartlarında takım oyuncuları maça tüm oyuncularla birlikte aynı araçla giderler, maç kadrosuna kim yazılmışsa o çıkar, o zamanda ise, birer ikişer sandalla olsa gerek, keza başka ulaşım imkanı yok! Anadolu yakasında bulunan papazın çayırına maç saatine yetişmeye çalışmışlar, o saatlerde yoğun lodos ve yağıştan dolayı bazı oyuncular Anadolu yakasına ulaşımda zorluklarla karşılaşmışlar. Her şeye rağmen sözleştikleri gibi maç saatine yetişmeye çalışmışlar. Maç başladığında ise Galatasaray takımının bazı oyuncuları hava şartlarından dolayı hala gelememiş. Buna rağmen maç anlaşıldığı üzere, mevcut sayılarla başlar, her iki takımın kadrosunda şu oyuncular vardır.
Fenerbaçe Takımı, Ali Sait, Galip (k), Mazhar, Sabri, Gustave Haenny, Hüseyin İzzi, Fethi, Şefkati Hulusi, Memiş, Tevfik, Yahya, Teknik direktör: Galip Kulaksızoğlu
Galatasaray Takımı, Ahmet Robenson, F Ali Sami (k), Mehmet Ali, Bekir Sıtkı, Celal İbrahim, İdris, Emin Bülent, Teknik direktör: Emin Bülent
Takımların maça başlama sayılarıyla ilgili çelişkili bilgi olsa da gerçek olan Galatasaray takımının bazı oyuncularının lodos engelinden dolayı maçın oynanacağı sahaya ulaşamamış olmaları nedeniyle eksik oynadıkları. Galatasaray maça 7 kişi başlar, ev sahibi olan Fenerbahçe ise 10 kişiyle başlar, maç yağmur altında sahanın çamur zemininde güç bela yapılır, oyun başlamıştır bir süre sonra Galatasaray'dan bir oyuncu maça dahil olur ve bu zorlu karşılaşmada maça 8 kişiyle devam ederler. Fenerbahçe takım kalecisi Ali Sait maç başladıktan bir süre sonra sakatlanarak oyundan çıkmak zorunda kalır.
Günümüzde her oyuncunun bir yedeği vardır. Teknik direktör oyuncusu sakatlandığı zaman yedek oyuncuyu, sakatlanan oyuncunun yerine oyuna dahil eder, maçı eksiksiz sürdürür veya sahada beğenmediği futbolcusunu maçtan alarak yedek beklettiği futbolcusunu maça dahil ederek maçı tam kadro sürdürmek için bir çaba ve plan içine girer.
1912 Şubat'ın da papazın çayırında oynanan futbol maçında Fenerbahçe sakatlanan kalecisinin yerine alabileceği yedek kalecisi yoktur. Rakibi Galatasaray'ın da kadro olarak kendilerinden daha iyi olmadığı da bir gerçek. Üstelik 3 kişi eksik başladıkları maça sonradan gelen bir kişinin dahil olmasıyla 2 kişi maça eksik devam etmek zorunda kalmıştı. Oysa Fenerbahçe 10 kişi başladığı karşılaşmaya kalecilerinin sakatlanması sonrası oyun dışında kalmış, 10 kişilik maç kadrosu 9 kişiye düşmüştü.
Fenerbahçe' nin bu maçta talihsizliği kalecilerinden mahrum olarak maça devam etmeleriydi. Kalecisiz kalan Fenerbahçe bu eksikliğini, diğer futbolcuların sırayla kaleye geçerek kaleci eksikliğini gidermişler. Kaleci eksikliğinden midir? bilinmez! O gün Fenerbahçe, o maçta Galatasaray' dan 7 gol yer. Bir tarafta maça lodostan dolayı ulaşamayıp maça 3 kişi eksik başlayan, sonradan maç oynanırken 1 futbolcusunun dahil olmasıyla 8 kişi oynayan Galatasaray diğer tarafta maça 10 kişi başlayıp, maç oynanırken kalecisi sakatlanıp yerine yedek kalecisi olmadığı için 9 kişi devam etmek zorunda kalan Fenerbahçe.
İki takım içinde, maç kadrosu olsun, havanın yağmurlu, sahanın çamurlu oluşu, takımların eksik kadroyla, maçı oynamak zorunda kalmaları açısından dramatik bir durum mevcut. Bu şartlar içerisinde Galatasaray bu maçta 7 gol bulurken, Fenerbahçe kendi sahasında hiç gol atamaz. Galatasaray' ın gollerini, Celal İbrahim (4), Emin Bülent (2) ve İdris (1) atmıştır.
Maç 7-0 Galatasaray' ın galibiyetiyle biter bitmesine de maç öncesinde de büyük problem olan yağmur ve lodos, maç sonunda da durumunu korur. Galatasaraylı futbolcular evlerine dönmeleri için boğazı sandalla geçip gitmeleri gerekir. Lodos bu yolculuğa maç sonunda hiç müsaade etmez! O zamanın şartlarında kalacak otel var mıdır, yok mudur? bilemiyorum! Galatasarylı oyuncular kalmak için 7-0 yendikleri Fenerbahçeli futbolcuların evine sığınırlar. Yağmurda çamurda amansızca geçen mücadele sonunda maç unutulmuş, dost bir şekilde Avrupa yakasına lodostan dolayı geçemeyen Galatasaraylı futbolcuları evlerinde misafir etmişlerdir. Bugünün şartlarında bunun ne kadar mümkün olacağı konusunda derin şüphelerim var.
Günümüzde kalacak yerin sorun olacağını düşünmekte mantıksızlıktır. Şuan her iki takımda oynayan futbolcular milyonlarca dolar para kazanıyorlar, kazandıkları paraları bırakalım, futbol takımları maç yapılacak yerde kalacaksa önceden yerini ayarlayıp kalıyor. Kulüpler bu giderleri karşılayacak maddi imkana sahip. Ya, 1911 yılında bu imkan var mıydı? Olmadığı bir gerçek. Onların paraları yoktu ama koca! bir yürekleri vardı. Bu yüreğe dünyayı sığdırırlardı.
Yorumlar