Benim çocukluğumda büyüklerimiz takım tutmazdı. Belki de pek takım olayından haberdar değillerdi, ben şu takımı, sen bu takım tutuyorsun diye aralarında bir sohbetlerini duymadım. O zamanlarda televizyon yoktu. Radyo vardı, azda olsa radyodan maç dinleyenler olurdu, radyoyu daha çok o zamanın ağzıyla ajans (Haber) dinlemek için açarlardı. Ağabeylerim ve arkadaşları arasında da,zaman zaman takım çekişmesi olurdu. Daha çok Galatasaray ve Fenerbahçe ağızlardan düşmezdi. Aralarında maç yaptılar mı, mutlaka takımın birisi Galatasaray, diğeri ise Fenerbahçe olurdu. O zamanlardan aklımda kalan, belkide takımımın taraftarı olmamama yardımcı olan sloganda bu olabilir. "Fener Dünyayı Yener Galatasaray' a Geldi mi Fıs diye Söner."

Çünkü bana sen Galatasaray' ı tutacaksın diye bir zorlama olmadı, ben büyüklerimin karmaşık takım tutma sevdasını çözememiştim. Biraz büyüdükten sonra bende futbol oynamaya başlayınca Ben Galatasaray'lıyım demeye başladım, hiçbir şekilde takımımı değiştirmedim. Hatta Galatasaray 14 yıl şampiyon olamadığı, Fatih Terim' lerin Cüneyt Tanmam'ların zamanında Galatasaray'lıydım. Fenerbahçe, Trabzon ve Beşiktaş hep şampiyon oluyor diye takımı bir an bile bırakmadım. Bizlerin zamanında maçlarda takımlar Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş isimleriyle kurulurdu. Takımımız galip geldi mi değmeyin keyfimize...

Hele gençlik dönemimizde bir eziklik durumuz vardı, hiç sormayın. Oynanan futbol maçında iyi bir şut, iyi bir pas, çalım, gol atıldı mı, hemen Avrupai yakıştırması yapardık. Avrupai yakıştırması, sadece futbolda hakim değildi hayatın her alanında "Kaliteli" her şeye yapılırdı. Bu zamanlarda televizyonla tanışmıştık. O meşhur siyah-beyaz televizyonlar hayatımıza girmişti. Ülkeye yanılmıyorsan 1960' larda girmişti ama bizim oralara 1975'lerden sonra geldi, 1980'lerde yaygınlaştı. Maç veya başka bir şey izlerken rüzgar anteni döndürür, çatıya yada dama çıkıp anten düzeltilirdi. Evin içerisinden bağırarak antenin doğru yönü tayin edilirdi. Görüntü geldi mi, tamam diye bağırılırdı, bağırılmasına da yukarıdaki anten çeviren kişi duyana kadar antenin yönünü değiştirmiş olurdu.:) Neyse duyduktan sonra çevirdiği yönün tersine çevirerek doğru yeri bulmaya çalışırdı. Kimse bu durumdan dert yanmaz, televizyonu izlemeye kaldığımız yerden devam edilirdi.

Yıllar böyle gelip geçti okuduk, meslek sahibi olduk. Çalışma arkadaşlarımızla bir göreve gittik, yanımızda ekmek, su yok denecek kadar az, herkese çeyrek kadar ekmek, yarım litre kadar su, ekmek ve su alma imkanımız yok üç gün böyle geçti, yanı başımızda deniz var ama uyduruktan misinadan başkada bir şey yok. Olsun yinede küçük küçük kişi başı 5-6 balık tuttuk ateşte pişirip yedik ama balıkların 5-6'sı anca bir lokma geliyor, olsun hiç yoktan iyidir mantıyla yedik. Açlık gitti mi? gitmedi. Birazdan anlatacağım olay yanılmıyorsam ikinci günün ikindi saatleriydi. Yılda ya 1989 ve 1990 net hatırlamıyorum. Anlatacağım olayı hatırlayan varsa yılını tahmin edebilir. Arkadaşlardan bazılarının radyodan maç dinlediğini fark ettik ne maçı olduğunu sorduğumuzda Galatasaray- Fenerbahçe kupa maçı dendi, pür dikkat maça kulak verdik gol 1..2..3 derken ilk yarıyı Galatasaray üç sıfır önde kapadı. Aklımda ne açlık kaldı ne susuzluk... Sanki maçı almış gibi Fenerlileri alaya alıyoruz. 15 dakika sonra maç başladı Fenerbahçe başladı atmaya 1..2..3..4 maç sonucu Fenerbahçe lehine 4- 3 bitti. Biz ya! daha çok bitmiştik açlığımızın susuzluğu muzun üzerine yeni açlık ve susuzluk eklenmişti. Oda yetmezmiş gibi Fenerbahçe'li arkadaşların alayını çekmek zorundaydık. Keşke o maçı dinlemeseydim dedim ama dinledik bir kere, maçı 3-0 öndeyken, 4-3 kaybedilebilir miydi? Ben bunu en kötü zamanımda tecrübe ettim. Hayatta maç üzerine iddiaya girmem.

Bu yazımı ilk yayımladığım linkine buradan ulaşabilirsiniz.

Bu yazımı yayımladığım diğer sosyal medyalar:

Twitter

Wekü

Steemit

Facebook