Bundan yıllaar önceydi, babamın görevi dolayısıyla Van'daydık. Çocukluğumun bir kısmı orada geçti diyebilirim. Şimdi geriye bakınca acı günleri de çocuk aklıyla yaşadığım güzel hatıraları da zihnimde bir kez daha yaşadım resmen. :)

Türkiye'nin bir ucundan diğer ucuna gitmek kolay değildi elbette; ama hayat bu.. Belki de böyle sürprizlerle dolu olduğundan ve bizlere farklı hikâyeler yaşama fırsatı sunduğundan bu kadar değerlidir kim bilir?

Her şey yeniydi. Yeni bir ortama alışmak, yeni bir evin içinde olmak, yeni insanlarla tanışmak, farklı bir okulla öğretmene adapte olmak küçük bir çocuk için hiç kolay değildi; fakat ailemin çabalarıyla buna alışmaya çalışıyordum.

İçinde deniz olan bir kentten yine denizi olan bir yere gelmiştim, bu hiç de azımsanacak bir şey değildi. Evet şaşırmayın yanlış yazmadım, Van Deniz'i. :) Yerli halkın orayı deniz yerine koyduğu çok açıktı. Biz de öyle alıştık çünkü o yaşlarda bunun ayrımını yapamıyorsun zaten. Sadece karşında ucu bucağı olmayan eşsiz mavi su..

Haftanın yarısı neredeyse o deniz kenarında geçerdi. Eş dost toplanıp, mangallar yakılır, semaverde çay demlenir, arkadaşlarla oyunlar oynanır ve sudan çıkılmazdı hiç. :)


Bir gün farklı bir hazırlığın yapıldığını gördüm. Değişik şeyler arabaya yükleniyordu. O an ne olduğunu anlayamadım ama sahile varınca açılıp kapanan sandalyeler, oltalar ve malzemeler özenle çıkarıldığında içimi bir heyecan kaplamıştı. Galiba ilk defa balık tutmaya şahit olacaktım. :)

Babam ve arkadaşı hazırlıklarını yaparken biz de etrafı keşfe çıkmıştık. En tuhaf an ise minik solucanların yem yapılmasıydı. Hatta bizden de toplamamızı istemişlerdi ama kahkahayla karşılık vermiştim. Bu mümkün müydü? :))

En sonunda oltaları en uzağa doğru fırlatıp beklemeye koyuldular, nam-ı diğer uçan balık olan inci kefalini. :)

Van Denizi'nin tuzlu-sodalı suyunda yaşayan tek canlıdır kendileri ve dünyada sadece orada bulunur. Bu sular üremesine izin vermediği için, her yıl nisan-temmuz arası tatlı suların bulunduğu derelere doğru büyük bir yolculuğa çıkarlar.

Bu yaşam döngüsünü devam ettirebilmek için akıntıya karşı kanat çırparlar adeta. Şelâleleri, önlerine çıkan engelleri uçarak aşarlar. Karların erimesiyle, beyaz köpüklerle çağlayan çılgın sularda akıntının tersine doğru yapılan bu zorlu mücadeleyi kazananlar yumurtalarını bırakabilir ancak.

Dünyanın her yerinden bu büyülü ânâ tanıklık etmek isteyen insanların katıldığı Uçan Balık Festival'i yapılır. Belki de onlardan öğrenecek çok şey vardır.. Umudunu kaybetmemek, yılmamak, boşluğa düşerek yitip gitmemek için..

Onlara inci kefali ya da inci balığı denme sebebi ise, geçmişte o gümüş renkli pulları için avlanarak bunlardan sahte inci yapılmasıymış. İnsanlar ne kadar zalim oluyor. Üreme dönemlerinde bile yasak olmasına rağmen avlanmaya teşebbüs edenler çıkabiliyor. Günümüzde koruma altında çok şükür.


Balık tutmaya geri dönersek:) oltaları dakikalarca bekledik ama ortada hiç bir kıpırtı bi atraksiyon yoktu. Hâliyle biz çocuklar sıkıldık. Boş boş sessizce beklemek hiç bize göre değildi. :)

Biraz ötede çiçek toplamaya ve uğur böceği keşfine çıktığımızda 2 tane tutabilmişlerdi sadece. :) O ânı görmedim ama sevinçleri tıpkı çocuk gibiydi. :) Üzerine biraz balıkçıdan takviye yapıp eve dönmüştük tabii ki. :)

Annem mi? O hepsini babamlar tuttu sanıyordu. :))