1800’li yıllarda birçok Hristiyan dini otorite sporu günah olarak görüyordu. Ancak açık görüşlü bazı Protestan din adamları bu görüşe katılmadı ve yüzyılın ortalarında, ‘adaleli Hristiyanlık’ veya ‘atletik Hristiyanlık’ diye anılacak bir hareket başlattılar. JJ Rouseau’nun ‘Emile’ adlı eserinde bedensel gelişimin moral karakterin oluşmasına etkisinden de esinlenen bu dini hareket, sporun, özellikle de takım sporlarının manevi değerlerini vazediyordu. Britanya İmparatorluğunun o yüzyılda birçok sporun doğum yeri olmasında önemli rol oynadılar. Bu akımın en güçlü hissedildiği mekanlarsa, 1844 yılında Londra’da kurulan YMCA (Young Men’s Christian Association) adlı dini organizasyonun spor merkezleri oldu.
1861 yılında Kanada’da dünyaya gelen James Naismith de din adamı olmak istiyordu. Ancak ‘atletik Hristiyanlık’ akımının etkisi ile, spor yoluyla da vaizlik kadar inancına katkı yapabileceğine inandı ve 1890 yılında YMCA’in Massachusetts eyaleti Springfield’teki şubesinde eğitime başladı. Massachusetts eyaleti kışların uzun yaşandığı bir eyaletti. YMCA şubesinin başkanı , Dr. Luther Gulick, Naismith’e, 1890 yılın yaz aylarında, kapalı mekanlarda da oynanabilecek sportif bir oyun geliştirmesini istedi.
Basketbolu icat eden James Naismith
Naismith, denemeler yapmaya başladı. Rugby ve Amerikan futbol kapalı mekan için çok sert oyunlardı. Jimnastik sıkıcıydı. Futbol ve hokey için kapalı mekan küçük kalıyordu. Düşünürken, aklına küçükken Kanada’daki çiftliklerinde oynadıkları dokuz taş benzeri ‘Duck on a Rock’ adlı oyun geldi. Ancak hala sert bir oyun gibiydi. Ve nihayet çözümü buldu: Topla beraber koşmak yasak olmalıydı. Eğer oyuncu koşamazsa, zorla yakalamak gerekmezdi, böylece yaralama riski de ortadan kalkıyordu. Bu heyacanla, yeni sporuna çoğu artık bugün geçerli olmayan 13 kural icat etti. Dripling yani top sürüşü başlangıçta yoktu. Oyuncuların yerleri sabitti ve topu pasla birbirlerine geçiriyorlardı.
Merkezin müstahdeminden kale olarak kullanmak üzere iki küçük kutu istedi. Naismith’in istediği ebatta kutu bulamayan müstahdem iki şeftali sepetini (basket) getirdi. Naismith, bu sepetlerin daha da uygun olabileceğine karar verdi.
Artık yeni oyununu tanıtmaya hazır olduğuna inanan Naismith, 21 Aralık 1891 günü YMCA’nin resmi yayın organı The Triangle’da oyunu ve 13 kuralı yayınlattı. İlk maç da aynı gün 9’ar kişilik iki takım arasında oynandı ve 1-0 sona erdi. Bu karşılaşmada bir futbol topu kullanıldı ve pota olarak da iki şeftali sepeti. Sepetlerin altı kapalıydı. Dolayısıyla her sayı atıldığında, müstahdem oyun alanına giriyor ve topu çıkarıyordu. Sonradan sepetin altına küçük bir delik açıldı. Top baskete girdiğinde bu delikten bir çubukla topa vuruluyor ve sepetin dışına fırlaması sağlanıyordu. 1892’inin başında bir öğrencisi Naismith’e yeni oyunun adını ne koyacağını sordu. O henüz koymadığını söyleyince ‘Naismith ball’ olsun dedi. Naismith bu teklife güldü ve ‘bu herhangi bir sporu doğmadan öldürecek bir isim’ dedi. Bunun üzerine öğrenci, ‘sepet (basket) var, top (ball) da var öyleyse adı basketball olsun deyince yeni sporun da adı doğdu; ‘Basketball’.
Metal çemberin kullanılmaya başlanması 15 yıl sonra 1906’da başladı. Önceleri sepet, seyircinin de olduğu balkona asılıyordu. Ancak maçlarda seyircilerin sepete giden toplara müdahalesi, sepet için balkonlardan müdahale edilemeyecek ayrı bir sistem kurmayı gerektirdi. Pota bu ihtiyaçtan doğdu. Potanın icadıyla, potalı atış veya potadan dönen topu kapmaya dayalı ‘rebound’ hareketi oyuna katıldı. Yine aynı dönemde, normal futbol topunun yerden sekmede ve topla sürüşte zorluk yaratmasının doğurduğu arayış da bugünkü basket topuna benzer top geliştirilmesine neden oldu.
Basketbolun hızla ABD ve Kanada’ya yayılmasında YMCA baş rolü oynadı. Birinci Dünya Savaşında Amerikan askerleri gittikleri her yere kendileriyle beraber basketbolu da götürdü.
İlk basketbol ligi 1898’de altı takımlı olarak kurulmuştu. New Jersey takımı Trenton Nationals’ın ilk şampiyonu olduğu ligde New York Wanderers, Bristol Pile Drivers ve Camden Electrics gibi takımlar vardı. 1904 yılında bu lig dağıldı. Sonraki yaklaşık yarım yüzyılda değişik yerlerde irili ufaklı birçok lig kurulup dağılacaktı.
Harlem Rönesansının yaşandığı dönemde, 1923 yılında Harlem’de ‘’New York Renaissance’’ veya daha bilinen adıyla ‘The Rens’ takımı kuruldu. Bu takımın özelliği bütün oyuncularının siyahlardan oluşmasıydı. Birkaç yıl sonra Chicago’da ise yine siyahlardan oluşan Globetrotters (Gezginler) adlı bir basketbol takımı kurulmuştu. Dans salonlarında eğlenceden önce gösteri maçları yapıyorlardı. İlk gösteriyi yaptıkları 1927’de her oyuncu 10’ar dolar kazanmıştı. Sahibi Abe Saberstein, Midwest’te gösteri yapan takımına “New York Harlem Globe Trotters” adını verdi. Çünkü o dönemde Harlem, siyah uyanışının kalbi gibi görülüyordu. Harlem’deki ilk maçlarına 40 yıl sonra 1968’de çıksalar da bu gösteri takımının adı Harlem ile özdeşleşti.
Siyahların, Amerikan basketbol liglerinde oynayamayadığı dönemdi. 1946’da, üç yıl sonra adını Ulusal Basketbol Birliği (NBA) olarak değiştirecek Amerika Basketbol Birliği kurulmuştu. 1948 yılında Harlem Globetrotters, o gün Amerikasının en yetenekli beyaz basketbolcularını barındıran Minneapolis Lakers takımını yenerek spor gündemine yerleşti. Bu da siyahi yeteneklerin basketbol dünyasının ilgisini çekmeye başladı. NBA’da siyah basketbolculara konan fiili ambargo iki yıl sonra 1950’de kaldırıldı.
Basketbolun mucidi James Naismith‘in müdürü Luther Gulick, ”Bu oyun sadece Anglo Sakson’lardan oluşan takımlar arasında oynanmayı gerektiriyor” demişti. Ancak basketbol onun ayrımcı bakışını değil yaşamın doğal gelişimini takip etti. Basketbol göçmen Yahudilerin ve siyahların mahallelerinde büyüdü. 1930’larda basketbol, oynayan yahudi oyuncu oranının yüksekliği ile bir ‘Yahudi sporu’ydu. Ardından bir Afrikan Amerikan sporuna dönüşecekti. Yine aynı nedenlerle… John Edgar Wideman, basket oynama amacının kazanmak için sayı yapmak olmadığını söylüyordu: ”Kendime, ne olduğumu, kim olduğumu ifade edebileceğim bir yer arıyordum”.
Bill Russel ve Kareem Abdul Jabbar’dan, Shaquille O’Neal’a, Karl Malone’dan LeBron James’a, Kobe Bryant’tan Magic Johnson’a ve basketbolun en büyük efsanelerinden Michael Jordan’a kadar sayısız siyah yıldız, bu sporun kürenin en büyük tutkularından birine dönüşmesinde büyük rol oynadı. Ancak bu yıldızlar basketbola hiçbir zaman bir siyah sporu damgası vurmaya yeltenmedi. Dünyanın her yerinden her renkten her kökenden insanın ortak heyecanı.
19 Mart 1969 günü, hangi takımın NBA draft hakkını ilk kullanacağı konusunda yazı tura atışı yapılmak zorunda kalınmıştı. Phoenix Suns takımı tura dedi ancak yazı geldi. Bu da Lew Alcindor adlı genç oyuncunun profesyonel basketbol kariyerinin bu yazı ile Milwaukee Bucks takımında başlaması anlamına geliyordu. Sonradan Müslüman olarak adını Kareem AbdulJabbar olarak değiştirecek basketbolcu, 1989’a kadar 38 bin 387 sayı ile tüm zamanların en fazla sayı kaydeden oyuncusu oldu. Bu müthiş sayı rekoruna rağmen 20 yıllık kariyerinde sadece tek bir 3 sayılık atış yaptı.
Küresel basketbolun ana sahnesi hala NBA ligi. Bugün yaklaşık 7 milyar dolarlık yıllık geliriyle bir spor etkinliği olmanın ötesinde dev bir eğlence faaliyeti. Sadece salonlarda karşılaşmaları yılda 22 milyon kişi seyrediyor. Dünyanın her yerinde yüz milyonlarca seyircisi var. Yıldız oyuncuların yıllık geliri ortalama 50 milyon doların üzerinde.
Ancak bu devasa ekonomiye rağmen, mahalle kortlarından, okul salonlarına ve profesyonel arenalara kadar basketbol heyecanı, atletik ruh, topun hala şeftali sepetlerine sokulmaya çalışıldığı günlerdeki gibi…
Shaquille O’Neal bu amatör ruhu şöyle ifade edecekti: ‘’Parasında hiç değilim. Bütün istediğim basket oynamak, pepsi içmek ve Rebook ayakkabı giymek’’.
Yorumlar